Yakıcı güneş altında taş üstüne taş biniyor. Sürgün edildikleri topraklarda 20 yıl sonra kendi elleriyle evlerini inşa ediyorlar.
Telaşlılar. Kurban bayramına yetiştirmek istiyorlar. Kılıç ailesi 93’te İstanbul’a zorla göç ettirilmiş binlerce aileden biri. Büyük bir ev inşa ediyorlar. Sülalede yedi aile var. Ne kadarı döner henüz belli değil.
“Önce başımızı sokacak evi bitirelim de” diyorlar. Gurbette inşaatta, tekstilde çalışmışlar. Köyde ne hayvanları, ne ekilmiş tarlaları var. Doğdukları topraklarda her şeye sıfırdan başlayacaklar. Tüm Kavar havzası gibi.
En yoksul köylerdeyiz
Türkiye’nin en yoksul illerinden Bitlis’in Tatvan ilçesinin Kavar havzasının köylerindeyiz. Kırsal Kalkınma Girişimi’nin davetiyle geldik.
Kavar Ermenice taşra demek. Havzada Kürtler ve Ermeniler bir arada yaşıyormuş. 1915 soykırımı sonrasında geriye sadece Kürtler kalmış.
Onlar da 1990’larda devlet politikası ile “ya korucu olacaksın, ya da gideceksin” dayatmasında sürgünü seçmiş. Koruculuğu seçenler ise gidenlerin topraklarını işgal ederek uzun yıllar geri dönüşün önünü kapamış.
Geriye dönenleri bekleyen manzara, yakılan, taş üstünde taşı kalmamış evler, el konulmuş tarlalar ile telef olmuş hayvanlardı.
Her şeye baştan başladılar. Önce evler yapıldı, sonra tarlalar ekildi, hayvanlar alındı. Dönenler hala kaybettiklerini karşılayabilmiş değil. Çabalıyorlar.
İşte bu çabaya 2008-2013 yılları arasında Hüsnü M. Özyeğin Vakfı’nın yaptığı “Kavar Havzası Kırsal Kalkınma Projesi” can suyu olmuş. Kalkınma, hak temelli, toplumsal cinsiyet eşitliğini gözeten ve doğal kaynakların devamını sağlayan ilkeler üzerine oturtulmuş. Projenin ilk iki yılı bürokratları ikna etmekle geçmiş.
Kavar balının ünü her yerde
Uzun uğraşlar sonucunda hayata geçen projeden, altı köy (Kolbaşı, Düzcealan, Yassıca, Tokaçlı, Dibekli, Bolalan) ve beş mezrada yaşayan kişi başı gelirin 100 lira olduğu 1500 kişi yararlanmış.
Köylülere ağaç budama öğretilmiş, ahırlar ıslah edilmiş. Köyün yolları, kanalizasyonlar onarılmış. Ceviz, kiraz, elma bahçeleri, kuru, taze fasulye ekimleri yapılmış.
Çocuklara okul
Bunun yanında süt toplama merkezi, köy odaları, yaşam merkezi yapılmış. Çocuklar için 90’larda kapanan okullar onarılmış, yatılı okullara (YİBO) gitmek zorunda kalan çocuklar için ortaokul inşa edilmiş, servis getirilmiş. Çocuk kütüphaneleri, koroları kurulmuş.
Kadının yükünü kaldırmak için gelirin doğrudan onlara gittiği arıcılık, seracılık, el işi projeleri hazırlanmış.
Tüm bunlar hane gelirini yüzde 50 arttırdığı gibi umudu, dayanışmayı da beslemiş. Vakıf artık havzadan çekilmiş ancak Kavar Kooperatifi bütün işleri yürütüyor.
Tatvan sokaklarını süsleyen çiçekler
Havzanın süt üretimi bölgede önemli bir pazar yaratmış kendine. Önemli süt firmaları bu sütü satmaya başlamış. Havzanın en dikkat çeken duraklarından serada ise çiçek yetiştiriliyor. Bitkiler Tatvan sokaklarını süslüyor.
Arıcılık yapan 44 kadın 4,5 ton bal üretmiş. Balın ünü bölgeyi aşmış durumda, Türkiye’nin önde gelen otel zinciri ve holdingler Kavar balını kullanıyor.
Arıcı kadınlar köy meydanın giymeye utandıkları beyaz kıyafetleriyle şimdi beyaz kelebekler diye çağrılıyorlar.
Tekstil işçiliğinden arıcılığa
Beş yıl önce Kolbaşı köyüne dönen 27 yaşındaki Leyla Kocbaş da onlardan biri.
Dedesinin yaşadığı komşu köy yakılınca sıra kendilerine gelmeden 12 kişi bir gecede tası tarağı toplayamadan önce Mersin’e orada tutunamayıp İstanbul’a göç etmişler.
Leyla, sadece Türkçe öğrenecek kadar okula gidip, 10 yaşında başlamış mahallesi Bağcılar’da tekstilde çalışmaya. “İkinci kanala geçmeyin” diyerek azarlandığı anadilini ev dışında hiç konuşamamış.
“Kafamıza iplik bobileri atarlardı” diye hatırlıyor o günleri. Önce annesi ile tek gözünü asker yumruğuyla kaybeden babası dönmüş köye.
Leyla ise ona sadece silah sesleri hatırlatan köy evine ayağını bastığında “Ayağım ters tepti. İstanbul’da evler temiz, düzgün. Köy evi kötüydü” diye anlatıyor.
Ama köyde bir iki ay kalınca karar veriyor bir daha dönmemeye İstanbul’a.
Çünkü İstanbul’un ona sunduğu tek güzellik hayatında bir kere gördüğü Boğaz’dan ibaretmiş. Onun dışında “Işıklarını özlüyorum sadece” diyor; “Ama köyde de yıldızlar çok güzel.”
Süt sağmayı öğrenmiş
Süt sağmayı, tarla biçmeyi öğrenmiş hemen. İstanbul’da 10 yaşında tekstile başlayan Leylaya çok da zor gelmemiş bunlar.
Ardından vakıf aracılığıyla seracılığa sonra da arıcılığa başlamış. Önce ailesi karşı çıkmış, borç altına girmek istememişler. Leyla direnmiş. 10 kovan arıya 3 bin 800 lira borçla koyulmuş işe. Binlerce çiçekten bal alan leziz balları toplayıp satınca, iki taksitte ödemiş borcunu.
Leyla için tekstil İstanbul’da kalmış artık ama atölyelerde öğrendiği maharetiyle çocuklara sahne kıyafeti dikmiş. Köy çocuklarının kurduğu müzik korosu Kardeş Türküler’de sahne almış.
“Nereye evlenirsem evleneyim, kovanlarımı da yanımda götürürüm” diyor gülerek. İstanbul artık onun için geride kalmış. Çocukları okula giden ağabeyleri için ise köy geride.
Mutluluk nerede ben orada
Kavar’daki en büyük sorun gençlerin köye dönüşü aslında. Köy herkesi maddi ve manevi olarak doyurmaya yetmiyor.
Devlet nehirden göle dökülen suyu dahi kanallarla köye akıtamıyor. Susuz tarlalar hasat veremiyor. İnternetin olmadığı köylerde telefon çok az yerde çekiyor.
Eşiyle köye dönen Süreyya Pirol, İstanbul’da yaşayan iki oğlunu iki senedir görememiş. Köyde ekmek umudu çıkarsa hemen geri dönecek onlar da.
Ama köy hayatını unutmuş ya da şehir hayatına alışıp da dönmek istemeyenler de var.
Mesela Yassıca köyündeki Nurgül, Nuriye, Aslı Ataman da arıcılık yapan anne kızlar. Yedi yıl önce dönmüşler köye.
Anne, Nazilli’de mevsimlik işçilik yaptığı günleri geride bırakıp köyde kendi balını üretmekten mutlu. Nurgül ise çocukluğunda aklında kalan şehrin hayalini kuruyor. Nuriye ise “Nerede mutluluk varsa ben orada yaşarım” diyor. (NV)
Kaynak: https://bianet.org/bianet/toplum/156681-geri-donusun-umudu-kavar